20 Eylül 2011 Salı

İHTİYAR ADAM



İhtiyar adam tapu dairesinden çıkarken sevinçliydi. Kendi kendine düşünüyordu;

- Oh... be ferahladım. Ölümlü dünya.

Oturduğu evin tapusunu, çocuğunun üstüne kaydettirmişti.

Tapu dairesinden çıktıktıktan sonra bir küçük lokantada öğle yemeğini yedi, vakit geçirmek için parkları dolaştı.

Bir parkta Cem Karaca'nın şarkısı çalınıyordu;

"Allah Yar! Allah Yar!"

Akşama doğru eve gitmek için yola çıktı. Bir yandan düşünceler içindeydi;

- Biz öldükten sonra bir sürü işlemle uğraşması gerek. Ne diye eziyet çeksin yavrum.

Oğlunun kendisini nerdeyse zorla doktora götürüşü aklına geldi;

- Kerata amma ısrar etmişti. Sağlığıma verdiği önem kadar,

ziyarete gelmeye de önem verse ya.

Bir an dalgınlaştı;

- Gerçi, gelin bizle geçinmeye çalışmıyor ama...

Derin bir nefes aldı;

- Boş ver canım, ne de olsa torunlarımın annesi. Eşine, çocuklarına iyi baksın da...

Biraz da kendini teselli etmek için söylendi... Biz bugün varız, yarın yoğuz.

Evine yaklaşınca yine durgunlaştı,

- Bakalım hanım ne diyecek? Gelin gelip-gitmiyor diye biraz kırgın ama....

Düşünceler içinde zili çalarken, güler yüzlü olmaya çalıştı;

- Yook , iyi oldu canım. Biz ölünce oğlan rahat edecek , kötü mü?

Hanım kapıyı açtı. Gülümsemesini bozmamaya çalışarak hanımına;

- Nasılsın hanım bu gün bakalım?

Hanımı elindeki çiçek suladığı kabu gösterdi;

- Ne yapayım , bir iki çiçekle uğraşıyorum yeşillik olsun diye.

Eve girerken devam etti;

- İnsan şehirde özlüyor çiçeği , yeşilliği.

- Eee...köy gibi olmaz buralar tabii.

Kadının durgun yüzünde acı bir tebessüm dolaştı;

- Köy gibi olmaz dimi? Şimdi köyde olsak ne güzel olurdu.

İhtiyar adam bir an yüzüne baktı hanımının;

- Sen köyü pek sevmezdin! Geçen sene bir ay kalalım demiştim de

- Ben torunları özlerim diye tutturmuştun.

Kadın, yüzünü çiçeklere doğru döndü;

- Ne bileyim ben, düşündükçe bunalır oldum buralarda.

İnsan çocukluğunun geçtiği yerleri özlüyor. Ağaçların altında, bahçelerde yürümeyi özlüyor.

- Allah Allah! Tamam hanım gideriz. Sen iste yeter ki. Hele havalar ısınsın biraz gideriz .

- Havalar kim bilir nezaman ısınır. Beklemek şart mı?

-Yahu hanım, bunca yıllık eşimsin hâlâ seni tam anladım

diyemiyorum. Bir gün köye gitmem diye tutturuyorsun,

bir gün de hemen gidelim diye. Dur da bu gün ne oldu anlatayım.

Kadın endişeyle baktı kocasına;

- Noldu, oğlanı mı gördün?

- Yok canım, nerden göreyim!

Koltuğuna oturdu, koynundaki tapu kağıdını çıkardı.

- Bu nedir biliyor musun?

- Hayırdır?

- Hanım, yarın ne olacağı belli olmaz, vademiz gelir de

ölürsek, oğlumuz kapı kapı uğraşmasın , diye evin tapusunu onun üstüne yaptım.

Hanımının tepkisini beklerken, onun yüzündeki acı gülüşü gülümseme sandı.

Hanımı fısıldar gibi söylendi;

- Oğlumuz da bugün buraya gelmişti, öğleden önce.

- Öyle mi, vay hayırsız. Demedin mi, "Uzun zamandır niye gelmiyon" diye.

 Sen üzülmeyesin diye söylemiyordum ama

"bizi unuttu" , diye kızmaya başlamıştım. Torunları da getirdi mi?

- Murat'ı getirmiş. O da"Sıkıldım, gidelim. "deyip durdu.

- Vay kerata vay. Akşam gelse de ben de görseydim. Neyse, hayırdır, gündüz vakti niye gelmiş?

Hanımı elindeki kapta suyu bitmiş olduğu halde , çiçekleri

sular gibi durarak masadaki kağıdı gösterdi;

- Şu kağıdı getirmiş .

ihtiyar adam, hanımının sesinde bir titreme hissetti ama emin

olamadı. İçindeki sevinci kaybetmemeye çalışarak masadaki kağıda uzandı.

Bir mahkeme kararı olduğunu gördü. Yaşlı kadın kızaran

gözlerini kocasının görmemesine dikkat ederek, eşinin kolundan

tuttu koltuğa oturmasını sağladı, tekrar çiçeklere doğru uzaklaştı.

ihtiyar adam, yakın gözlüğünü çıkardı ve içinden yavaş yavaş okudu.

"Yaşı ilerlediği ve akli muhakemesi yerinde olmadığına ve

ekonomik varlığını idare ve idame edemeyeceği, ekteki doktor

raporuyla da tespit edildiğinden, taşınır ve taşınmaz

varlışkalrının, resmi varisi oğlu Süleyman tarafından idaresine karar verilmiştir."

Resmi kağıt, yaşlı adamın elinden yavaşça yere kaydı.Başını

yere eğdi, kağıda boş boş bakmaya başladı . Hanımı, gözlerini

sildikten sonra çiçeklerin başından ayrılıp yanına geldi.Eşinin titreyen ellerini tuttu.

İhtiyar adam, oğlunun neden kendini doktora götürdüğünü anlamıştı.

Yüreğindeki sızıyı bastırmaya çalışarak;

- Üç senedir uğramadık, köydeki ev ne haldedir?

- Canım ne olacak , bir günde temizlerim ben.

- O evde, dizlerin üşürdü senin.

İhtiyar kadın, daralan göğsünü hafifçe bastırdı, "Yüreğimin üşümesi daha kötü diye düşün".

- Merak etme, üşümem... üşümem...

- Yarın mı gidelim diyordun?

- Sen bilirsin bey.

- Eşyaları bir taksiye atarsak, son otobüse yetişiriz.

- Olur... Köyde zaten iyi kötü eşya var, ben hemen hazırlanırım.

- Hazırlan. Şu kağıdı tapuyla beraber masaya koyuver, oğlan gelince aramasın.

İhtiyar adam, içinden düşünüyordu,

"- Dünya fani, Allah Yar"

ihtiyar kadın, birileri gelmeden gitmek ister gibi telaşla hazırlanıyordu.Giysileri bir çantaya tıkıştırdı.

Fotoğrafları duvardan toplarken oğlununkine bir an baktı, aldı , bir an

düşünüp çantaya koymaktan vazgeçti. Masadaki kağıtların üstüne ters olarak bıraktı.

 En son duvardaki bir küçük patiği aldı, öptü. Bu büyük torununa ördüğü ama küçük gelmeye

başlayınca hatıra olarak sakladığı mavi patikti.

Çantaya, fotoğrafların üstüne yerleştirirken, mavi patiğin üstüne düşen göz yaşlarını yavaşça sildi...

Hiç yorum yok: