23 Ocak 2011 Pazar

Bala Antibiyotik Özellik Kazandıran Sır


Baldaki Defensin-1 ilaca dirençli antibakteriyellere karşı


FASEB* dergisinde yayımlanan yeni bir çalışmayla baldaki defensin-1 isimli bir proteinin antibakteriyel potansiyele sahip olduğu ve ilaca dirençli bakterilere karşı kullanılabileceği gösterildi. Araştırmada yer alan Amsterdam’daki Akademik Tıp Merkezi’nin Tıbbi Mikrobiyoloji Bölümü’nden araştırmacı Sebastian A.J. Zaat, balın antibakteriyel aktivitesinin moleküler temelini tamamen açıkladıklarını söyledi.

Keşfi yapmak için Zaat ve ekip arkadaşları test tüpündeki balın, hastalığa neden olan antibiyotiğe dirençli bakterilere karşı antibakteriyel aktivitesini araştırdılar. Araştırmacılar balda bilinen antibakteriyel faktörleri seçici olarak etkisiz hale getiren bir yöntem geliştirdiler ve her bir faktörün antibakteriyel etkisini belirlediler. Sonunda bal arılarının bağışıklık sisteminin bir parçası olan ve arılar tarafından da bala eklenen defensin-1 proteinini izole ettiler.

Balın çeşitli rahatsızlıklara nasıl iyi geldiği tam olarak açıklanamıyordu

İncelemelerden sonra bilim insanları balın antibakteriyel özelliklerinin büyük çoğunluğunun bu proteinden geldiği sonucuna vardılar. Balın yüz yıldır çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğinin farkında olunduğunu ancak nasıl işe yaradığının bilinmediğini belirten FASEB dergisinin baş editörü Gerald Weissmann, baldan izole ettikleri bu bileşiğin yanık ve deri enfeksiyonlarının tedavisinde, antibiyotiğe dirençli enfeksiyonlarla mücadele edebilecek yeni ilaçların geliştirilmesinde kullanılabileceğini ve böylece bakteri enfeksiyonlarından kaynaklanan sıkıntıların sonlanabileceğini söyledi.

Kaynak : Bilim ve Teknik -TÜBİTAK / Ağustos 2010 "Haberler"dan alınmıştır.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Anadoluda Çita


Anadolu’nun doğa tarihi sayfalarını çevirmeye büyük kedilerle başladık ve devam ediyoruz. Sıra çitalarda. Çitalar karadaki en hızlı memeli türü olarak bilinir. Hızları 103 km/saat kadar olabilir. Bu da saniyede 29 metre yol alabildikleri anlamına gelir. Çok hızlı koşabilen avlarını, özellikle ceylanları ancak bu hızla yakalayabilirler. Fakat bu hızı 250-300 metreden fazla koruyamazlar.
Şeyh İngiliz araştırmacıya canlı çita hediye etmiş.

                                                         
Çitalar, 19. yüzyılın sonuna kadar Anadolu’da (Güneydoğu Anadolu) yaşadılar. Anadolu ve Ortadoğu’da zoolojik araştırmalar yapan İngiliz araştırmacı Charles Danford (1879), Birecik’in güneyinde bir şeyhin kendisine canlı çita hediye ettiğini belirtir. Çitaların soyu Anadolu’da tükenmesine karşın günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde yaşamlarını devam ettiriyorlar. Genel olarak Afrika’nın çeşitli bölgelerinde (Nijer, Kenya, Namibya, vb) ve İran’da bulunuyorlar.

Çitaların 5 alt türü var

Bunlardan ülkemize en yakın olanı Asya çitası olarak bilinen Acinonyx jubatus venaticus alt tür. Sadece İran’ın Horasan bölgesinde yaşayan Asya çitasının 60-100 birey kadar kaldığı ve soylarının ciddi olarak tehlikede olduğu biliniyor.

Dünyadaki çita popülasyonununsa 7000’den fazla olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam 1970’lerde 15.000 idi. Son 40 yıl içinde yarı yarıya azalması, çok hızlı bir yok oluş süreci içinde olduklarının da göstergesi.

Minyatürlerde tutsak çitalar var

Asya’da yok olmasının en büyük nedeni olarak, eskiden aristokratların avlanırken çitaları yardımcı olarak kullanması (çitaların bu amaçla eğitilmesi) gösteriliyor. Herhangi bir bilimsel kayıt olmamasına karşın Anadolu’da yok olması da aynı nedenden kaynaklanıyor olabilir. Çünkü 15., 16. ve 17 yüzyıllara ait, padişahların av sahnelerini göteren minyatürlerde tutsak çitalar var. Bunlara ek olarak doğrudan besinleri olan hayvanların, örneğin ceylanların ve karacaların da sayısının azalması yok olmalarının diğer nedenleri arasında.

Kaynaklar:
Demirsoy, A., Türkiye Omurgalıları, Memeliler, Çevre Bakanlığı, 1996.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Hazar Kaplanı

Tarih boyunca gergedan, fil, goril ve benzeri birçok canlının yaşayışına tanıklık etmiş olan Anadolu, bugün soyu tükenmiş hayvan ve bitkilerin yaşamına ve yok oluşlarına da tanıklık etmiştir. Hazar kaplanı, aslan, çita, pars, yakalı toy, yabani sığır bunlardan bazıları.

Son Görüldüğü Tarih 1970…



Fiziksel özellikleri



Hazar kaplanlarının, sırt kısımları kırmızımsı portakal rengiyle kırmızımsı kahverengi arasında değişen renklerde, karın kısmıysa krem ya da beyaz renkteydi. Baş, gövde, kuyruk, kol ve bacaklarda siyah, gri, kahverengi şeritler bulunurdu. Boy ve ağırlıkları erkek bireylerde 270-295 cm ve 170-240 kg, dişilerdeyse 240-260 cm ve 85-135 kg kadardı.


Beslenme ve yaşam biçimi


Hazar kaplanı da diğer kedigiller gibi etçildi. Büyük memeliler, örneğin geyik, karaca, domuz başlıca avları arasındaydı. Bunun yanında avlayabildiği küçük memelileri ve kuşları da yerdi. Hazar kaplanları tek olarak yaşardı. Yaşam süreleri 10-15 yıl kadardı. Yalnızca çiftleşme zamanında bir araya gelirlerdi Hazar kaplanları, sık çalılık yerlerde, orman açıklıklarında, nehir kenarlarında yaşarlar ve suya girip yüzebilirlerdi.


Türkiye’de yaşadığı yerler


Hazar kaplanının ülkemizde Siirt, Hakkari, Uludere (Şırnak), Çukurca (Hakkari) çevrelerinde, Irak sınırındaki dağlarda ve vadilerde yakın zamanlara kadar bulunduğu biliniyor.


En son görüldüğü yer


En son birey Şubat 1970’te Şırnak’ın Uludere ilçesinde vurulmuştur. 122 cm gövde uzunluğundaki erkek hazar kaplanının postu üç yıl sonra 1973’te Güneydoğu Anadolu’da bitki araştırmaları yapan İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Prof. Dr. Turhan Baytop tarafından İstanbul’a getirilmiştir. Prof. Dr. Turhan Baytop hazar kaplanı ile ilgili bir derleme yapmış ve daha önceki yıllarda da Uludere ve Şırnak bölgelerinde sekiz adet kaplanın vurulduğunu köylülerden duyduğunu belirtmiştir.


İster inanın ister inanmayın ama 40 yıl önce vardı


Bu tarihten sonra kaplan görülmemiştir. Çok değil 40 yıl öncesine kadar Anadolu coğrafyasında kaplanlar yaşıyordu. Bugün buna kimseyi kolay kolay inandıramazsınız. Bu durum soylarının sessiz sedasız tükendiğinin de göstergesidir. Elbette geçmişten çok geleceği düşünmeliyiz. Ancak bu canlıları hatırlayarak en azından günümüzün yabani türlerini korumak, sağlıklı bir ekosistemin devamı için gerekli olduğu kadar insani bir sorumluluktur.