9 Aralık 2009 Çarşamba

"Yazı" İnsan oğlu nasıl yazmaya başladı?

İnsanoğlu önce ateşi tanıdı... Ardından, vahşi ortamda varlığını sürdürmek ve avlanmak için bronz ve demiri işledi.

Tekerlekle birlikte müthiş bir hareketlilik kazandı.

Suyu kontrol altına alarak gelişmiş devlet yapıları oluşturdu.

Ancak, ekonomik nedenlerin zorlamasıyla keşfedilen yazı ve alfabe, sadece insanoğlunun değil tüm uygarlık tarihinin de gelişimini etkiledi...





Yazı ekonomik zorunluluklar nedeniyle keşfedildi.

Sevgi, kuşkusuz zamana ve mekâna bağlı olmayan, insani bir duygu…

İlk insanlar da bugün olduğu gibi mutlaka torunlarını seviyorlardı. Büyük bir olasılıkla, yaşadıkları olayları, deneyimleri onlara miras bırakmak istiyorlardı.

Ancak, bazı bilim adamlarının iddia ettikleri gibi yazıyı bu tatlı anılar merakı için değil, ekonomik zorunluluklar nedeniyle keşfettiler.

M.Ö. 40. yüzyıla kadar, insanlar küçük topluluklar halinde, avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşıyorlardı ve bu faaliyetlerden elde ettikleri ürünlerin hesabını da ya parmakla, ya da küçük taş parçacıklarıyla yapıyorlardı.

Bu "konuşan topluluklar" için, bir düşünceyi ya da bir sözcüğü "bir köşeye kaydetme" diye bir ihtiyaç söz konusu değildi. Sadece, tarımdan fazla ürün elde etmeyi başaran, ilk yerleşim birimlerini kuran, zanaatları geliştiren, kamu yönetimi ve ticaret konusunda büyük adımlar atan toplumlarda hesap yapma ve not alma gereksinmesi kendisini hissettirmeye başlamıştı.




İlk yazı Çin de mi Hindistan bulundu?



Ayrıca, bazı bilim adamları ilkyazının Mezopotamya’da değil, yine su kontrollü devlet yapısı gösteren Çin’de ortaya çıktığını iddia ediyorlar.


Efsaneye göre, yazıyı M.Ö. 4000'li yıllarda bulan kişi, mitolojide adı geçen "Güneş İmparatorunun saray memurlarından Cang... Bir çeşit piktogram olan bu yazıyı bulurken, Cang'ın kuşların gökyüzündeki hareketlerinden ve bazı sürüngenlerin davranışlarından esinlendiği ileri sürülüyor.


Bir başka iddia da, ilkyazının bugünkü Hindistan ve Pakistan sınırına yakın bir yerde ortaya çıktığı yolunda...


M.Ö. 4000 yıllarına ait olduğu tahmin edilen bu yazının taşlara çizilmiş bir örneği de bulunuyor. 400'e yakın işaretten oluşan bu piktogram yazısı da bugüne kadar çözümlenmiş değil...






Örneğin, M.Ö. 2000'li yılların sonunda, Mezopotamya toplulukları çivi yazısının karakter sayısını 400'e kadar düşürmüşlerdi ama, henüz alfabeyi bulamamışlardı. Yazı tarihinin bu büyük devrimini, M.Ö. 2000 yılının ortalarına doğru, komşuları Fenikeliler gerçekleştirdi.

Bugün ister Arap, ister Latin, ister Vietnam, ister Slav, ister Grek, ister Yahudi alfabesi olsun, bütün alfabeler bir tek alfabeden, Fenikeliler'in M.Ö. 2000 yılının ortalarında buldukları alfabeden türedi.





Alfabenin mucidi kim?


Bugünkü Suriye'de yaşamış olan Ugarit halkının geliştirdiği bu çivi alfabesi, 30 karakterden oluşuyordu ve karakterler birbirlerinden özel işaretlerle ayrılıyorlardı.


Bu alfabeyi bir tüccar ve denizci halk olan Fenikeliler daha geliştirdiler ve karakter sayısını 22'ye indirdiler. Manchester Üniversitesi Sami dilleri uzmanı John Healey, alfabeyi bulan insanın bir Newton'la, bir Einstein ile eşdeğerde olduğunu söylüyor. Ne yazık ki, insanlık tarihine bu denli mükemmel bir sistemi hediye eden kişinin adını bugün bile kimse bilmiyor.


Alfabe, yazının demokratikleşmesi ve büyük kitlelere ulaşması yolunda belki tek değil ama ilk ve en belirleyici buluş...









Sümer çivi yazısına Akadların katkısı;

Akadlar, Sümerler’in keşfi olan çivi yazısına çok büyük bir katkıda bulundular. Çivi yazısını fonetik olarak kullanan ilk topluluk Akadlar'dı.
Özel isimleri bilmece yardımıyla yazıyorlardı. Ve işaretler daha soyutlaştıkça, seslerin yazılmasını farklı alanlara kaydırıyorlardı.

Örneğin, "trampet" kelimesi "tigi" olarak okunuyordu. "Tigi"yi yazmak için ise, "ti" ve "gi" biçiminde okunan "ok" ve "kamış" işaretleriyle yazıyorlardı. Aynı şekilde "hayat", "ti" biçiminde okunuyordu. Onu da aynı şekilde okunan "ok" işaretiyle yazıyorlardı.




4 Aralık 2009 Cuma

Hayat..!

Hep öteye göç var;ne dedem,ne nenem kaldı...
Bilmem benim burada kaç gün,kaç senem kaldı?

M.Necati BURSALI

29 Kasım 2009 Pazar

Niye tek gözümüz kapalıyken daha kolay nişan alırız?



Tekgöz Bakışı;

İşin can alıcı noktası şudur: İki gözümüzü kullanmak bize derinliği ve uzaklığı kestirme olanağı verir, tek gözle baktığımızda ise iki noktayı aynı hizaya daha kolay getiririz.





İlerideki hedefe ok atmaya hazırlanan bir kişi düşünelim. Kişi iki gözü de açık olduğunda okun ucunu hedefe nişanlayamaz çünkü iki gözümüzden birer doğru çıktığını varsayarsak, bu doğrular arasında küçük bir açı vardır ve okun ucunda kesişmezler.

Yani iki gözümüzü aynı anda kullanırsak az da olsa farklı noktalara nişan alırız. Bu durum bir gözün kapatılmasıyla engellenebilir.Ancak bunun bedeli de uzaklık ve derinlik hissini kaybetmektir.




Resim ve tablolar tek gözle daha iyi görünür:

Konunun biraz dışına çıkmış olacağız ama çok ilginç bir şey daha var ki o da tabloların veya fotoğrafların tek gözle bakıldığında daha iyi görünmeleri.

Aynı etki, bir borunun içinden baktığımızda da yaşanır. Bir resme iki gözümüzle birden belirli bir uzaklıktan bakarsak, onu düz bir yüzey olarak görürüz.

Oysa sadece bir gözümüzü kullandığımızda aklımız ışık ve gölge oyunlarını algılama konusuna daha yatkın olur. Yani resme bir süre için tek gözümüzle baktığımızda, üç boyutlu görünmeye başladığını fark ederiz.





19 Kasım 2009 Perşembe


Gün olur söz biter, dil bağlanır,Her şey anılarda kalır,Yenik düşsek bile zamana,Bazen anlamsız uğraşlara kapılıp, gömülsek de,Düğün olur, ölüm olur, BAYRAM olur,Yine, tek dostlar hatırlanır.

Bayramlar bunun için güzeldir, hatırlatır sevgiyi, dostluğu...Çok eskidendi belki el öpmeler, kenarı dantelli mendiller içinde şekerler,avuca zor sığan kocaman 2,5 liralık bayram harçlıkları...

Postacının getirdiği, uzaktaki dostların bayramı kutlayan bayram kartları...Aniden yok oldular, kayboldular eskilerde bir yerlerde. Ve bir gün sanal âlemle tanıştık ve yeniden hatırladık bayramlaşmanın keyfini...

Kenarı dantelli mendiller, parlak kâğıda sarılı şekerler, madeni 2,5 liralık bayram harçlıkları yoktu belki ama bir küçük haber vardı dostlardan;uzun süredir karşılaşmadığın, hala aynı adreste olup olmadığını bilmediğin...

Sanal da olsa hatırlandığını, unutulmadığını öğrendiğin.. ...Ve eski, tek yaprak bayram kartlarında yazıldığı gibi:

Sizinle Bayram Olacak İnşallah...



29 Ekim 2009 Perşembe

Soba keyfimiz vardı bizim...

Borusundaki demirlere asılıydı bir tarafı mutlak yanık çorabımız. Bazen de evin zili çaldığında misafire ayıp olmasın diye topladığımız çamaşırlarımız..!

Sabah, maşa üzerinde ekmek,üzerine sana yağı (bulursak tereyağı),...öğle vakti odun ateşinde kuru.akşam közde kestane.....

Bir de elektrikler kesildi mi değmen benim keyfime,tavanda alev gölgesinden tablo.hani tutuştururken seni, burnumda hala o çıra kokusu.....kulaklarımda hala demlikten üzerine düşen suyun çıkardığı ses......

Onca kışlık hatıra. mutluluk tüten baca........kesilen sular ve de üzerinde erittiğimiz kar......ve bir kare daha; annemin taşan yemek telaşı kazağının kollarını alelacele kıvırıp tencereyi üzerinden alışı.......bak, hatırlattın yine annemi, bir de; aklım kesince cehennemi.......

Körfezliydin sen, gazeteleri yırtıp biriktirmemize sebeptin.Odanın kapısını açık unuttuğumuzda kapatmak için acele edişimizdin. Baca temizlerken alnımıza çaldığın karaydın.

Emekleyen bebeklerin cısss diye gösterdiği,sabah, yüzümüze savrulan küldün.

Arkana dizdiğimiz minderlerde yaptığımız şekerlemeydin. Her bahar gelişinde borularını temizlerken çıkarttığımız gürültüydün.

Ve altındaki mermerde unutulan MALAZLAR ya da KAV marka vasati 40 çöpünden eksilmiş kibrittin.Kömürlükteki odun kokusuydun.

Sana verecek kömürümüz olmadığında gocuğumuza sarıldığımız garibanlığımızdın.Tavandaki ve de tül perdedeki is tin..

Aileden biriydin sen soba...şimdi bodrumdaki ardiyedesin,kimse umursamasa da seni, gurbetteki adamın aklındasın....

10 Eylül 2009 Perşembe

- Alyansı neden dördüncü parmağımıza takmalıyız?



Bunun, Çinliler'in anlattığı çok güzel ve inandırıcı bir açıklaması var...

*Başparmak*, anne-babanızı,

*İşaret parmağı*, kardeşlerinizi,

*Orta parmak*, sizi,

*Dördüncü parmak *(yani yüzük parmağı), hayat arkadaşınızı,

*serçe parmak*, çocuklarınızı temsil eder.

İlk önce avuçlarınızı birbirine bakacak şekilde açın. Ortaparmakları bükün ve sırt sırta birleştirin. Daha sonra kalan dört parmağınızı gibi açıp, uç uca getirin.
Şimdi, anne babanızı temsil eden başparmaklarınızı ayırmaya çalışın...

Açılacaktır, çünkü anne babanız sizinle birlikte ömür boyu yaşamayacaktır. Er ya da geç onlardan ayrılmak zorundasınız.

Baş parmaklarınızı önceki gibi birleştirip, kardeşlerinizi temsileden işaret parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılacaktır, çünkü kardeşleriniz kendi ailelerini kurup, ayrı bir hayat seçer.

İşaret parmaklarınızı birleştirip, çocuklarınızı temsil eden serçeparmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılıcak, çünkü çocuklar da evlenir ve bir gün kendi hayatlarını kurar.

Son olarak serçe parmaklarınızı birleştirip, eşlerinizi temsil edenyüzük parmaklarınızı ayırmaya çalışın.

Ayıramadığınızı görünce şaşıracaksınız. Çünkü karı-kocalar hayat boyu bir arada yaşarlar..

15 Temmuz 2009 Çarşamba

GERÇEKTEN GÖREN GÖZLERİMİZ VARMI?



Gösterdim!
Gördü anlamına gelmez...


Söyledim!
Duydu anlamına gelmez...


Duydu!
Doğru anladı anlamına gelmez...


Anladı!
Hak verdi anlamına gelmez...


Hak verdi!
İnandı anlamına gelmez...


İnandı!
Uyguladı anlamına gelmez...


Uyguladı!
Sürdürecek anlamına gelmez...

Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa;

— Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler..

Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra;Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde..
Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

— Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten.

— İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?. -Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara.. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız..

Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde fark etmiş çocuğun kör olduğunu..

Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış
adamın kendisini fark ettiğini.. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken;

— Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki!.
Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?.
Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken;

Artık emin değilim... Emin olduğum tek şey, benden iyi
gördüğündür..

17 Haziran 2009 Çarşamba

" 20 Kuruş "

Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş.

Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 "kuruş" fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturduktan sonra, parasını sayınca fark etmiş.

Kendi kendine düşünmüş "20 kuruşu geri versem mi şoföre?"... Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok küçük bir para ve şoförün zaten umurunda da değil. Otobüs şirketine 20 kuruş ne fark eder?.

Bu parayı Allahtan gelen bir hediye gibi... düşünebilirim"İneceği durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki : "paranın üstünü fazla verdiniz."

Şoför gülümsemiş ve demiş ki : "Siz camiinin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde, İslam’ı öğrenmek için ve bilerek size fazla para verdim nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim.

"İmam inerken nerdeyse bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış-casına bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış, gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne bakmış ve demiş ki:

"Allah’ım az daha İslâm’ı 20 kuruşa satıyordum!"

10 Haziran 2009 Çarşamba

İslâm'da Adab-ı Muaşeret


-Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalpli olmak.

-Herkesle güzel şekilde görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak.

-İnsanların eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilik yapmak.

-Dargınlığa hemen son vermek.

-Dargınların arasını düzeltmeye çalışmak.

-İnsanların kusurlarını araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak.

-Dostları arkalarından savunmak.

-İnsanların kalplerini kötü zandan korumak için sakıncalı yerlerden uzak durmak.

-Değişik halk kesimleri ile makamlarına göre sohbet edip ilişki kurmak.

-Yaşlılara hürmet, çocuklara, düşkünlere merhamet ve şefkat göstermek.

-Hayırsever olmak, yardım etmek, arka çıkmak.

-Selâm vermek.

-El sıkışmak (musafaha).

-Teşmitte bulunmak; aksıran için hayır ve bereket istemek.

-Toplantılarda temiz bulunmak ve edebe uygun davranmak.

-Dostları ziyaret etmek.

-Davetlere icabet etmek.

-Saygı için ayağa kalkmak.

-Değerli zatların ellerini öpmek.

-Komşuluk haklarını gözetmek.

-Hastaları ziyaret etmek.

-Cenazeleri teşyi etmek (uğurlamak).

-Müslümanların mezarlarını ziyaret etmek.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

NE İDİK, NE OLDUK..!


Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.

Dürüsttük: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odası''nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: " Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."

İtibarlıydık: Bir zamanlar, Hollanda Ticaret Odası''nın toplantılarında oylar eşit çıkınca, Osmanlılar la alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.

Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa''ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor: "Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür."

Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için, saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.

Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700''lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu''ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."

Medeni idik: İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740''ların Türkiye''si için şunları söylüyor: "Gerek İstanbul''da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."

Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık [aşırı kâr koyma, tefecilik], inhisarcılık [tekelcilik] ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."

Hırsızlık nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830''ların İstanbul''unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul''da her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür."

Ubicini, Dr. Brayer''i şöyle doğruluyor; "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu''nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez."

Naziktik: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880''lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul Türk halkı Avrupa''nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."

Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi''yle meşhur Du Loir''un 1650''lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."

Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu.

Hayata karşı saygılıydık:
Bu konuda dilerseniz Elisee Recus''u dinleyelim, bize 1880''lerdeki halimizi anlatsın:
"Türklerdeki iyilik duygusu, hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise, bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya, c. 9)

Hayırseverdik: Comte de Marsigli''yi tekrar dinleyelim: "Yazın İstanbul''dan Sofya''ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin, yolculara, bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum."

Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da ifade etmeliyim ki, bu dindarâ ne hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler.

İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler."

Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer misallendiriyor: "Türk şefkati, hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar, sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar...

Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür..."

"Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam: "Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk''e, bir gün, yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: ''Allah''ın rızasını tahsile [kazanmaya] yarar.''"

Ne dersiniz?

Galiba, geçmişimizden uzaklaşmak, bize çok pahalıya patladı.

İşte sorulmaya değer ve cevaplanması elzem olan soru:

"Bizde, o zaman var olup da bugün olmayan nedir?

Nasıl kaybettik?

Nasıl buluruz?"

Neler yapmamız gerekiyor?

Bize düşen görevler neler?


5 Mayıs 2009 Salı

Fıkra

**Neden Kaçmış**

Sürücü dikiz aynasında kendisini izleyen polisi görünce kaçabileceğini düşünüp basmış gaza.
Ancak polisi atlatamayacağını anlayınca, pes edip çekmiş kenara.

Polis arabasından inmiş.

Bezgin, kızgın ve de küskün bir sesle:

- "Bana bak, çok yorgunum, üstelik keyfim de kaçık. Mantıklı bir özür söyle yoksa yaktım çıranı!"

Kısa bir ara ve Sürücü:

- "Karım geçen ay bir polisle kaçtı. Aynada sizin > aracınızı görünce, kaçtığı polis, onu bana geri getiriyor sandım..." *

**Otoyoldaki teyze**

ABD'de 22 no'lu karayolunda, devriye görevi yapan bir otoyol polisi arabasından yolu izlerken bir araba görmüş.

Bu aracı radarla incelemiş ve en az 50 km hızla gidilmesi gereken bu yolda aracın tam 22 km hızla gittiğini fark etmiş. Bu araba yolu tıkıyormuş.

Aracı durdurup sürücüyü uyarmaya karar vermiş.

Aracın peşinden gidip aracı durdurmuş. Bir de ne görsün? Aracı kullanan çok yaşlı bir teyze. Aracın arkasındaki koltuklarda da çok korkmuş 3 tane yaşlı teyze daha var. Polisi görünce yaşlı sürücü endişeyle:

-Polis bey, çok mu hızlı gidiyordum?

Polis: -Hanımefendi, hızlı değil, tersine çok yavaş gidiyorsunuz ve bu tüm otoyol trafiğini etkiliyor! Radardan gördüğüm kadarı ile 22 km hızla gidiyorsunuz. Yaşlı teyze:

-Ama otoyolun girişinde 22 yazıyordu ve ben de bu kurala uymak istedim! Polis: -Teyzeciğim; o 22 otoyolun numarası. Bu yolda en az 50 km hızla gitmelisiniz. Yaşlı teyze:

-Tamam, bundan sonra hızlanacağım. Polis tam kendi arabasına giderken, gözü yine arkada oturan, hiç konuşmayan ve çok korkmuş 3 yaşlı teyzeye kaymış ve sürücüye sormaya karar vermiş:

-Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim? Bu arkada oturanların nesi var? Çok korkmuş gözüküyorlar, sanki dillerini yutmuşlar gibi!

Yaşlı teyze:

-Valla ben de anlamadım, 250 no'lu karayolundan çıktıktan beri böyleler...

** Boşanma **

Biri 95 yaşında biri 92 yaşında karıkoca, boşanmak için hâkimin karşısına çıkmış.

Hâkim üzülmüş, "Yapmayın ya" demiş, "yetmiş yıllık evlisiniz, niye boşanacaksınız?"...

"Yok" demiş "adam biz çoktan boşanmaya karar verdik de çocuklar etkilenmesin diye,

Ölmelerini bekledik..

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK'İN Vasiyeti


1- Bu vasiyet çoluk-çocuğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade, onların da içinde olduğu geniş ve umumi zümreyi muhatap tutuyor.

Başta gerçek Türk'ün ruh köküne bağlı yeni gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes...

Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek sorumludurlar. Emanetim, beni seven ve İslam davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese...

2- Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekün ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz "Allah ve Resulü; başka her şey hiç ve batıl demekten ibarettir.

3- "Büyük Doğu Yayınları" kitap evi kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali, dikkatsiz ve ciddiyetsiz, hürmet ve haşyetten mahrum ve ne varsa -isterse nokta veya virgül olsun-onları reddediyor, malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu, bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlıyorum.

İnşallah Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir, arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. İslam’a pazarlıksız ve sımsıkı bağlanmadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise, çoktan beri eser çerçevem dışına çıkarıldığı, her birinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere -çok denenmiştir- şu cevap verilmelidir: "Koca Hz. Ömer bile Allahın Resulünü öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabilerin, derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir. Hiç ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuş mudur?

Belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır."Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: İlk yazılarımdan birkaçı asla benim değil; sonrakiler de en dakik şeriat mihengine vurulduktan,yani nasip olursa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim...Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise,mirasçılarımın ve manevi mirasçım gençliğin...

Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse,tezgahını başına yıkınız!En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi,ölümümden sonraki tahriflerdir.

4- Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada, umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım:

1935 yılında, Mürşidim ve Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum. Bu yazı, kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak, zamanenin bize aykırı, meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Türkün tarih muhasebesini İslami tefekkür noktası etrafında çerçeveliyordu. Yazıyı ellerine aldılar, kalem istediler ve üstüne öz elleriyle "altın ile yazılacak yazı"buyurdular. İşte hususi zarfında duran bu kesilmiş makaleyi, bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler...

5- Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. Fakat imkân âleminde en küçük pay bulundukça, biricik dileğim Ankara'da Bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta, Şeyhimin civarına defnedilmektir. Elden gelen yapılsın...

6- Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum... Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum... Çiçekler çamura ve bando yüz geri koğuşuna...

7-Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Ne de, kim olursa olsun, kadın... Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam! Ve "bidat" belirtici hiçbir şey!... Baş ucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu... Sadece Fatiha ve Kur'an...

8-Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak...Mevlit de istemem!... Onu, uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur'an...

9-Şimdi sıra en büyük dileğimde... Müslümanlardan, Eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa, şunları istiyorum: Her ferdin, herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için "Necip Fazıl'ın kaza borcuna karşılık" niyeti ile bir günlük (Beş vakit) namaz kılması ve yine bir gün oruç tutması...

Mevtanın ardından, onun için kaza namazı Şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir.Her ferdin, en aşağı yüz Tevhit kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi... 70 bine dolması lazım...

Bir de, üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helal etmeleri...Ölünceye dek, üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı Müslümanlardan bekliyorum. "Şey'en lillah"tabiriyle bana Allah için bir şey veriniz! Yardımınızı esirgemeyiniz!

10- Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!

11-Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!

13 Nisan 2009 Pazartesi

Karamanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum..!


Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?Bir ferman yayımlamıştı;
Bu günden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste, meydanda
Türkçeden başka dil konuşulmaya diye,Hatırlayanınız var mı?
Dolanın yurdun dört bir yanını,Çarşıyı, pazarı köyü, şehri Fermana uyanınız var mı?

Nutkum tutuldu, şaşırdım merak ettim,
Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere,
Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?

Tanıtımın demo, sunucunun spiker,
Gösteri adamının showman, radyo sunucusunun discjokey,
Hanımağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?

Dükkânın store, bakkalın market, torbasının poşet,
Mağazanın süper, hiper, gros market,
Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?

İlân tahtasının billboard, sayı tabelâsının skorboard,
Bilgi alışının birifing, bildirgenin deklârasyon,
Merakın uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?

Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı,
Beldelerin girişinde wellcome,
Çıkışında, good-bye okuyanınız var mı?

Korumanın, muhafızın body-guard,
Sanat ve meslek pirlerinin, duayen,
İtibarın, saygınlığın prestij olduğunu bileniniz var mı?
Sekinin, alanın platform, merkezin center,
Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final,
Özlemin, hasretin nostalji olduğunu öğreneniniz var mı?

İş hanımızı plâza, bedestenimizi galleria,
Sergi yerlerimizi center room, show room,
Büyük şehirlerimizi, mega kent diye gezeniniz var mı?

Yol üstü lokantamızın fast-food,
Yemek çeşitlerimizin mönü olduğu yerlerde,
Hesabını, adisyon diye ödeyeniniz var mı?

İki katlı evinizi dubleks, üç katlı komşu evini tripleks,
Köşklerimizi villa, eşiğimizi antre,
Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?

Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik,
Vurguncunun spekülatör, eşkiyanın mafya,
Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmağa sponsorluk diyeniniz var mı?

Mesireyi, kır gezintisini picnic,Bilgisayarı computer,
Hava yastığını air-bag,Pekâlayı, oluru okey diye söyleyeniniz var mı?
Çarpıcı, önemli haberler flash haber,Yaşa, varol sevinçleri, oley oley,
Yıldızları star diye seyredeniniz var mı?

Vırvırık dağının tepesindeki köyde,Cafe-show levhasının altında,
Acının da acısı, nes-kaaave içeniniz var mı?
Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken,
Dilimizin çalındığını, talan edildiğini,
Özün, el diline özendiğine içi yananınız var mı?

Masallarımızı, tekerlemelerimizi, atasözlerimizi unuttuk,
Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik.
Türkçemiz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?

Karamanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum,
Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
Bir ferman yayınlamıştı....
Hayal meyal hatırlayıp da sahip çıkanınız var mı?

Şair:Yusuf YANÇ

6 Nisan 2009 Pazartesi

Vücüdumuzla ilgili önemli detaylar..!

Sağlıklı yasam konusunda birçok araştırmaya imzasını atan; Londra''daki Kine College Hastanesi Gerontoloji (yaslanma bilimi) Enstitüsü''nde araştırmalarını yürüten Prof. Dr. Robert Bale, "Sadece parmaklarınızın uzunluğu bile sizin sağlığınız hakkında kayda değer bilgi sahibi olmamızı sağlıyor aslında. Siz de vücudunuzla ilgili önemli detaylara; dikkat ederek sağlığınızı koruyabilirsiniz " diyor ve ekliyor: "Vücudunuz; siz fark etmeden sağlığınızla ilgili en önemli ipuçlarını veriyor."

Prof. Bale’ye göre, tırnaktan gözlere, doğum kilosundan avuç içine kadar vücuttaki her şey birer gösterge. O halde bir test yaparak ne kadar sağlıklı olduğumuzu anlamak mümkün. Bale’nin " İste hayatinizi kurtaracak 16 ipucu" dediği test söyle:

Tırnaklar

Tırnaklarınıza dikkatle bakın. Eğer hafif mavilik yâda; morluk görürseniz bu bir kalp hastalığıyla karsı karsıya olduğunuz anlamına gelebilir. Tırnaklarınızın aşırı kalın olması ya da üstlerinde tümsekler olması da nefes alma hatta akciğer sorunlarıyla karsı karsıya olduğunuzu gösterebilir.

Nefeslerinizi Sayın

Eğer dakikada 15 kez ve daha altında nefes alıp veriyorsanız sağlıklı ciğerlere sahipsiniz demek... Eğer 25 kez nefes alıp veriyorsanız o zaman sağlığınıza dikkat etmelisiniz.

Gözler

Aynada gözlerinizden birine bakın. İris’in etrafında beyaz bir daire varsa kolesterol seviyeniz yüksek anlamına geliyor. Bu aynı şekilde yaklaşan kalp sorunlarının da en büyük habercisi.

Avuç içinize bakın

Avuç içlerinize dikkatle bakın. Eğer kırmızı ve lekelilerse karaciğerinizde sorun var demek.

Hafıza kontrolü

Bir tepsinin üstüne rasgele 10 eşya koyun. Tepsiye sadece 10 saniye bakin. Kaç tanesini hatırlayabildiniz? İyi bir hafızanızın olması Alzheimer''le karsılaşma riskinizin daha az olacağı anlamına geliyor.

Kas kontrolü

Sırt üstü yatın. Bacaklarınız dümdüz olsun. Bir bacağınızı havaya kaldırın. Bir kişinin ayağınıza bastırmasını isteyin. Eğer bacağınız yere düşüyorsa, kaslarınız da bir zayıflık olduğu anlamına geliyor.

Görünüş

Gözünüzün hemen altında elmacık kemiğiniz üzerine bir cetvel yerleştirin. Sonra cetvelin üstüne bir kredi kartı yerleştirin kartı en rahat okuduğunuz uzaklığı ölçün.
Ne kadar yakına gelirse gelsin kartı rahat okuyabiliyorsanız göz sağlığınızın iyi olduğu anlamına geliyor.

Tiroit misiniz?

Kollarınızı yere paralel olarak tam karsınızda birleye uzanıyormuş gibi uzatın. Ellerinize dikkat edin. Eğer elleriniz bu pozisyonda titriyorsa o zaman tiroit olma riskiniz çok.

Düz yürümek

Yere bir metre uzunluğunda bir çizgi çizin. Üzerinde rahat yürüyebiliyorsanız, vücudunuzun koordinasyonu iyi isliyor demektir.

Doğum kilonuz

Annenize kaç kilo doğduğunuzu sorun. 3 kilonun altında doğmuşsanız kalp sorunlarıyla karsı karsıya kalabilirsiniz.

Beliniz kalın mı?

Vücut sekliniz elmaya benziyorsa, yani yağlarınız belinizin çevresinde toplanıyorsa, kalp sorunu yasama riskiniz daha fazla.

Tuvalet sıklığı

Her 3 saatte bir tuvalete birden çok gitme ihtiyacı mı hissediyorsunuz? Diyabetin en erken alarmlarından biri sık tuvalete gitmektir.

Nabız kontrolü

Nabzınız ne kadar yavaş atıyorsa o kadar uzun yasayacaksınız demektir. Yani nabzınız 70''in altındaysa sağlıklısınız anlamına geliyor.

Dişlerinizi fırçalayın

Eğer dişleriniz kanıyorsa, kalbiniz tehlikede demektir.

Parmak uzunluğu

İşaret ve yüzük parmakları ayni uzunlukta olan kişilerin kalp krizi geçirme riski daha fazla.

Ayak Bilekleri

Bas parmağınızla ayak bileğinizin arka kısmına bastırın. Eğer bastırdığınız noktada çok fazla çukurluk oluşuyorsa, o zaman kalp, akciğer, böbrek sorunlarıyla karsı karsıya kalabilirsiniz.

4 Nisan 2009 Cumartesi

100 yıl önce - 100 yıl sonra "İstanbul"


100 yıl önce At meydanı;İstanbul'un en önemli meydanlarından biri. Bizans devrinde Hipodrom olarak bilinirdi."Hipodrom" At binenlerin, atların meydanı anlamına gelir. Osmanlı döneminde buraya At Meydanı denirdi.

Bugün At meydanı;Hipodrom günümüze zemini 4-5 metre yükselmiş ve kalabilmiş 3 abide ile gelmiştir. Bunlar Mısır'dan getirilen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Obelisktir.

100 yıl önce Eminönü;İlçe bütünüyle İstanbul kentinin tarihi çekirdeği olan sur içinde yer alır ve merkezi alanın en canlı bölgelerinden birini oluşturur.
Bugün Eminönü;Osmanlı döneminde Deniz Gümrüğü ve Gümrük Eminliğinin burada bulunması sebebiyle Eminönü adını alan ilçe, Fatih ilçesiyle birlikte cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul'un merkezi ilçesi olmuştur.


100 yıl önce Galata;Galata, İstanbul'un Beyoğlu ilçesinin tarihi açıdan zengin bir semtidir.

Bugün Galata;Saint Benoit Fransız Lisesi burada bulunmaktadır.Kentin en önemli tarihi eserlerinden biri Galata kulesidir.




100 yıl önce Kanlıca;Beykozun önemli ilçelerinden olan Kanlıca Anadoluhisarı ve Çubukçu arasında yer alır.

Bugün Kanlıca;Kanlıca ayrıca Mihrabad Korusu'yla da meşhurdur. Anadolu Yakasının en yeşillik yerlerinden biridir. Kanlıca'nın yalıları da ünlüdür.


100 yıl önce Kapalıçarşı;Tarihi yarımadaya yayılmış asırlık bir çınara benzer Kapalıçarşı. Yangınlar ve depremlerle defalarca harap olmuş ancak her defasında dirilmesini bilmiştir.


Bugün Kapalıçarşı;Bugün devasa alış veriş merkezleriyle rekabet etmeye çalışan çarşı, bir çekim merkezi olmayı sürdürüyor.



100 yıl önce Kız kulesi;İstanbul'un sembollerinden Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler vardır. İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiştir

Bugün Kız kulesi;Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın mühim kısımları Fatih devri yapısıdır. Kulenin etrafındaki sahanlık geniş taşlarla kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmut?un, Hattat Rasim?in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır.


100 yıl önce Küçüksu Kasrı;Küçüksu Kasrı veya Göksu Kasrı, İstanbul'un Küçüksu semtinde, Göksu Deresi ile Küçüksu Deresi arasında, Boğaziçi'nde Üsküdar-Beykoz sahilyolu üzerinde yer alan yapıdır.
Bugün Küçüksu Kasrı;Sultan Abdülmecit tarafından Nigoğos Balyan'a yaptırılmış, inşaatı 1856 yılında tamamlanmıştır. Eski adı "Göksu Kasrı" olan bu yapı, padişahların, Boğaziçi kıyılarındaki biniş kasırlarından biridir.


100 yıl önce Mısır çarşısı;Mısır Çarşısı, Eminönü'nde Yeni Camii'nin yanındadır. İstanbul'un en eski kapalı çarşılarından olan Mısır Çarşısı, 1660 yılında Turhan Sultan tarafından yaptırılmıştır.

Bugün Mısır çarşısı;Mimarlığını Kazım Ağa'nın yaptığı çarşı son olarak 1940-1943 yılları arasında İstanbul Belediyesi tarafından restore edilmiştir.


100 yıl önce Ortaköy camii;Cami, Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nigoğos Balyan?a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi?nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir.

Bugün Ortaköy camii;Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz?ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.


100 yıl önce Rumeli Hisarı;Rumeli Hisarı Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir.

Bugün Rumeli Hisarı;Hisarın inşaasına 15 Nisan 1452'de başlanmıştır.Rumeli Hisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır.




100 yıl önce Sirkeci;Sirkeci semti Osmanlı döneminde hem Topkapı Sarayı'na yakın olması, hem de Sadrazamlık binası olan Babıali'ye yakın olması bakımından önemli bir semtti. Deniz kenarında olduğu için Babıali'nin iskelesi olma konumundaydı. 1885 yılında Şark Ekspresi'nin hizmete girmesi, 1890 yılında Sirkeci Garı'nın hizmete girmesinden sonra semt daha da büyük bir önem kazandı.

Bugün Sirkeci;Sirkeci Garı hala Avrupa'yla İstanbul arasındaki demiryollarının ana durak noktası işlevini devam ettirmektedir. Semt, inşaat halinde olan Marmaray demiryolu tünel projesinde de önemini koruyacaktır.


100 yıl önce SultanahmetSultanahmet Camii, 1609-1616 yılları arasında sultan I. Ahmet tarafından Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'ya inşa ettirilmiştir.




Bugün Sultanahmet;Mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için Avrupalılarca "Mavi Cami (Blue Mosque)" olarak adlandırılır.Sultanahmet, Türkiye'nin altı minareli ilk camisidir.
100 yıl önce İstanbul Surları;İstanbul Surları, İstanbul'un etrafını çeviren surlar tarihte 7. yy.dan başlayarak inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapmalarla dört defa elden geçmiştir. Son yapımı MS 408'den sonradır.

Bugün İstanbul Surları;II. Theodosius (408-450) zamanında İstanbul surları Sarayburnu'ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray'a ve Marmara kıyısı boyunca Yedikule'ye, Yedikule'den Topkapı'ya, Topkapı'dan Ayvansaray'a uzanan surlar günümüzde çeşitli onarımlardan geçmiştir.



100 yıl önce TophaneTophane Osmanlı dönemindeki İstanbul'unun en eski sanayi bölgesidir. Tophane binası, Fatih zamanında top dökümü için inşa edilmiştir.

Bugün Tophane;Tophane binası bugün Mimar Sinan güzel Sanatlar Üniversitesi Kültür Merkezi olarak kullanılmaktadır. Her yıl Mart'ın ilk haftası okulun kuruluş yıl dönümü kutlamaları çerçevesinde geleneksel kıyafet balosuna da ev sahipliği yapmaktadır.




100 yıl önce Yedikule sahil;Yedikule, aslında adı gibi bir zindan oluşturmak amacı ile değil, Bizans'a misafir gelen kralları ve yabancı sarayların mensuplarını ihtişamlı bir şekilde karşılamak için yapıldı.


Bugün Yedikule sahil;Türk Tarih Kurumu'nun yaptığı araştırmalara ve elde edilen tarihi verilere göre, başlıkta belirtilen Altın Kapı'yı bir zafer takı olarak dönemin Bizans İmparatoru Theodosius' inşa ettirdi.Theodosiustan sonra tahta geçen oğlu da dört tane yüksek gözlem kulesinden oluşan bir kaleyi kapı ile birleştirdi. Zindanlar günümüzde konser ve festival alanı olarak kullanılmaktadır.




100 yıl önce Yeni cami;Yeni Cami ya da Valide Sultan Camii, 1597 yılında Sultan III. Murat'ın eşi Safiye Sultan'ın emriyle 1597 yılında İstanbul'da temeli atılan ve 1663'te ibadete açılan camidir.


Bugün Yeni cami;Mimar Davut Ağa tarafından yapılmaya başlanmış, Mimar Dalgıç Ahmed Ağa devam ettirmiş ancak inşaatın başlangıcından 66 yıl sonra dönemin mimarbaşısı Mustafa Ağa tarafından IV. Mehmed zamanında bitirilebilmiştir.Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından cami ve eklentilerinde günümüzde restorasyon çalışmaları yapılmaktadır.

100 yıl önce Çırağan;Haliç ve Boğaziçi'nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan'da 1910 yılında yanmıştı. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Serkis Balyan'a yaptırılmıştı.


Bugün Çırağan;Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür. Bahçesinde süs havuzu, iskele ve helikopter pisti bulunmaktadır. Günümüzde birçok sosyal aktiviteye ev sahipliği yapmaktadır.


100 yıl önce Ayasofya CamiiBizans İmparatoru I. Jüstinionus tarafından M.S. 532 - 537 yılları arasında İstanbul'un eski şehir merkezine inşa ettirilmiştir.1500 yıllık tarihi olan Ayasofya, sanat tarihi ve mimarlık dünyasının baş yapıtları arasında yer alır.

Günümüzde Ayasofya Camii;Başlangıçta bir kilise olarak inşa edilen ve Osmanlı döneminde camiiye çevrilen Ayasofya, günümüzde bir müze olarak hizmet vermektedir.

100 yıl önce Beykoz; Beykoz'un tarihi gelişimi M.Ö. 700?lü yıllara dayandırılıyor. Bu tarihte bölgeye deniz yolu ile gelen Traklar'ın Bebrik adı ile kurdukları devletin bulunduğu köyün kısa zamanda gelişmesi ile Kral Amikos bu köye kendi adını veriyor.

Bugün Beykoz; Traklar'dan sonra Amikos pek çok kültüre ev sahipliği yapıyordu ve arkasından Persler, Abbasiler geliyor. Beykoz İstanbul?un fethinden çok önce 1402 yıllarında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılıyor. Beykoz'un günümüze gelen bir çok Tarihi eseri mevcuttur.



100 yıl önce Azaplar kapısı ve camiiAzaplar camii Savur Kapısı?na giden yol üstündedir. Yapım tarihi bilinmemekle birlikte, 16. yüzyıl kayıtlarında adı geçen Azaplar Ağası Mescidinin bu yapı olduğu sanılmaktadır.

Bugün Azaplar kapısı ve camiiUnkapanı'nın arka tarafında yer alan Azaplar kapısı ve camii tarihe ışık tutmaktadır.


100 yıl önce Büyük postane;Büyük Postane İstanbul'un Eminönü ilçesindeki Sirkeci semtinde yer alır aynı zamanda Türkiye'nin en büyük postane binasıdır. 1909 yılında inşaatı tamamlanan binanın mimarı Vedat Tek'tir.

Bugün Büyük postane;Bina 1927-1936 yılları arasında İstanbul Radyoevi olarak da hizmet vermiştir. Günümüzde İstanbul PTT Başmüdürlüğü olarak hizmet vermekte, giriş katında ise tam teşekküllü bir postane şubesi yer almaktadır.