24 Aralık 2011 Cumartesi

Zemzemin hayrete düşüren sırrı..!

                                            

Dünya Sağlık Örgütü'nün raporlarına göre dünyanın en sağlıklı sularından olan zemzem suyunun esrarı, günümüz teknolojisindeki tüm araştırmalara rağmen çözülemiyor.

Kaynağı bulunamayan suyun denizden 80 kilometre uzakta olmasına ve çevresinde başka hiçbir kuyu olmamasına rağmen yıllardır kurumaması, araştırmacıları şaşkına çeviriyor.

Sadece 1.5 metre derinliğindeki kuyudan hac mevsiminde milyonlarca hacı tüm su ihtiyacını karşılarken, su seviyesinde de hiçbir azalma olmuyor.

İçenin açlığını ve susuzluğunu gideren suyun esrarı bilim adamları tarafından inceleniyor.

Avrupa'da laboratuarlarda yapılan araştırmalarda, zemzem suyunun çok az kükürt içerdiği tespit edildi.

Amerika'da yapılan test sonuçlarına göre ise zemzem, içinde mikroorganizma ve bakteri bulunmayan tek su olma özelliği taşıyor.

WHO tarafından da zemzem, dünyanın en içilebilir ve sağlıklı sularından biri olarak açıkladı.

Fakat diğer sulara göre çok daha besleyici ve mineral barındıran suyun kaynağı ise halen araştırma konusu.



14 Aralık 2011 Çarşamba

ARICILIK


      Günümüzde arıcılık, tüm dünyada yapılan en yaygın tarımsal faaliyetlerden birisidir. Bugün dünyada 56 milyon dolayında arı kovanı bulunmakta ve bunlardan 1.2 milyon ton dolayında bal üretilmektedir. Üretilen balın yaklaşık 1/4'ü ticarete konu olmakta ve dış satımın %90'ı 20 dolayındaki bal üreticisi ülkeden yapılmaktadır.


Dünyanın en çok kovan varlığına (65 milyon) sahip ve bal üreten (211 bin ton) ülkesi Çin'dir.
  
Kovan başına ortalama dünya bal üretimi 20 kg dolayında olup bu rakam Çin'de 33, Arjantin'de 40, Meksika'da 27, Kanada'da 64, Avustralya'da 55, Macaristan'da 40 ve Türkiye'de 16 kg dolayındadır.



Bu ülkeler aynı zamanda dünyanın en çok bal ihraç eden ülkeleridir. Dünyada en çok bal ithal eden ülkeler ise; Almanya, ABD, Japonya, İngiltere, İtalya, İsviçre, Fransa, Avusturya ve diğer Avrupa ülkeleridir. Bu ülkelerden Almanya yalnız başına Türkiye'nin bal üretiminden daha fazla bal ithal etmektedir.
  
Bal yanında; propolis, arı sütü, polen ve balmumu gibi arı ürünleri de dünya ticaretinde yer almaktadır. Diğer yandan tarımı gelişmiş ülkelerde arıcılık, arı ürünleri üretimi yanında hatta daha önemli olarak, bitkisel üretimde miktar ve kalitenin artırılması amacıyla yapılmaktadır.



Örneğin, ABD'de bitkisel üretimde bulunan üreticiler üretim yaptıkları bitkilerde tozlaşmanın sağlanması için arıcılara 41 milyon $ arı kirası öderlerken, buna karşılık kendileri arıların üretimlerine katkısından 3.2 milyar $ kazanmaktadırlar.


Yine ABD'de yapılan bir başka çalışmada; 40 dolayındaki bitki türünden elde edilen toplam 30 milyar $'lık ürün değerinin yaklaşık 1/3'ü olan 10 milyar $'ın bal arılarından dolayı sağlandığı bulunmuştur.



20 Eylül 2011 Salı

İHTİYAR ADAM



İhtiyar adam tapu dairesinden çıkarken sevinçliydi. Kendi kendine düşünüyordu;

- Oh... be ferahladım. Ölümlü dünya.

Oturduğu evin tapusunu, çocuğunun üstüne kaydettirmişti.

Tapu dairesinden çıktıktıktan sonra bir küçük lokantada öğle yemeğini yedi, vakit geçirmek için parkları dolaştı.

Bir parkta Cem Karaca'nın şarkısı çalınıyordu;

"Allah Yar! Allah Yar!"

Akşama doğru eve gitmek için yola çıktı. Bir yandan düşünceler içindeydi;

- Biz öldükten sonra bir sürü işlemle uğraşması gerek. Ne diye eziyet çeksin yavrum.

Oğlunun kendisini nerdeyse zorla doktora götürüşü aklına geldi;

- Kerata amma ısrar etmişti. Sağlığıma verdiği önem kadar,

ziyarete gelmeye de önem verse ya.

Bir an dalgınlaştı;

- Gerçi, gelin bizle geçinmeye çalışmıyor ama...

Derin bir nefes aldı;

- Boş ver canım, ne de olsa torunlarımın annesi. Eşine, çocuklarına iyi baksın da...

Biraz da kendini teselli etmek için söylendi... Biz bugün varız, yarın yoğuz.

Evine yaklaşınca yine durgunlaştı,

- Bakalım hanım ne diyecek? Gelin gelip-gitmiyor diye biraz kırgın ama....

Düşünceler içinde zili çalarken, güler yüzlü olmaya çalıştı;

- Yook , iyi oldu canım. Biz ölünce oğlan rahat edecek , kötü mü?

Hanım kapıyı açtı. Gülümsemesini bozmamaya çalışarak hanımına;

- Nasılsın hanım bu gün bakalım?

Hanımı elindeki çiçek suladığı kabu gösterdi;

- Ne yapayım , bir iki çiçekle uğraşıyorum yeşillik olsun diye.

Eve girerken devam etti;

- İnsan şehirde özlüyor çiçeği , yeşilliği.

- Eee...köy gibi olmaz buralar tabii.

Kadının durgun yüzünde acı bir tebessüm dolaştı;

- Köy gibi olmaz dimi? Şimdi köyde olsak ne güzel olurdu.

İhtiyar adam bir an yüzüne baktı hanımının;

- Sen köyü pek sevmezdin! Geçen sene bir ay kalalım demiştim de

- Ben torunları özlerim diye tutturmuştun.

Kadın, yüzünü çiçeklere doğru döndü;

- Ne bileyim ben, düşündükçe bunalır oldum buralarda.

İnsan çocukluğunun geçtiği yerleri özlüyor. Ağaçların altında, bahçelerde yürümeyi özlüyor.

- Allah Allah! Tamam hanım gideriz. Sen iste yeter ki. Hele havalar ısınsın biraz gideriz .

- Havalar kim bilir nezaman ısınır. Beklemek şart mı?

-Yahu hanım, bunca yıllık eşimsin hâlâ seni tam anladım

diyemiyorum. Bir gün köye gitmem diye tutturuyorsun,

bir gün de hemen gidelim diye. Dur da bu gün ne oldu anlatayım.

Kadın endişeyle baktı kocasına;

- Noldu, oğlanı mı gördün?

- Yok canım, nerden göreyim!

Koltuğuna oturdu, koynundaki tapu kağıdını çıkardı.

- Bu nedir biliyor musun?

- Hayırdır?

- Hanım, yarın ne olacağı belli olmaz, vademiz gelir de

ölürsek, oğlumuz kapı kapı uğraşmasın , diye evin tapusunu onun üstüne yaptım.

Hanımının tepkisini beklerken, onun yüzündeki acı gülüşü gülümseme sandı.

Hanımı fısıldar gibi söylendi;

- Oğlumuz da bugün buraya gelmişti, öğleden önce.

- Öyle mi, vay hayırsız. Demedin mi, "Uzun zamandır niye gelmiyon" diye.

 Sen üzülmeyesin diye söylemiyordum ama

"bizi unuttu" , diye kızmaya başlamıştım. Torunları da getirdi mi?

- Murat'ı getirmiş. O da"Sıkıldım, gidelim. "deyip durdu.

- Vay kerata vay. Akşam gelse de ben de görseydim. Neyse, hayırdır, gündüz vakti niye gelmiş?

Hanımı elindeki kapta suyu bitmiş olduğu halde , çiçekleri

sular gibi durarak masadaki kağıdı gösterdi;

- Şu kağıdı getirmiş .

ihtiyar adam, hanımının sesinde bir titreme hissetti ama emin

olamadı. İçindeki sevinci kaybetmemeye çalışarak masadaki kağıda uzandı.

Bir mahkeme kararı olduğunu gördü. Yaşlı kadın kızaran

gözlerini kocasının görmemesine dikkat ederek, eşinin kolundan

tuttu koltuğa oturmasını sağladı, tekrar çiçeklere doğru uzaklaştı.

ihtiyar adam, yakın gözlüğünü çıkardı ve içinden yavaş yavaş okudu.

"Yaşı ilerlediği ve akli muhakemesi yerinde olmadığına ve

ekonomik varlığını idare ve idame edemeyeceği, ekteki doktor

raporuyla da tespit edildiğinden, taşınır ve taşınmaz

varlışkalrının, resmi varisi oğlu Süleyman tarafından idaresine karar verilmiştir."

Resmi kağıt, yaşlı adamın elinden yavaşça yere kaydı.Başını

yere eğdi, kağıda boş boş bakmaya başladı . Hanımı, gözlerini

sildikten sonra çiçeklerin başından ayrılıp yanına geldi.Eşinin titreyen ellerini tuttu.

İhtiyar adam, oğlunun neden kendini doktora götürdüğünü anlamıştı.

Yüreğindeki sızıyı bastırmaya çalışarak;

- Üç senedir uğramadık, köydeki ev ne haldedir?

- Canım ne olacak , bir günde temizlerim ben.

- O evde, dizlerin üşürdü senin.

İhtiyar kadın, daralan göğsünü hafifçe bastırdı, "Yüreğimin üşümesi daha kötü diye düşün".

- Merak etme, üşümem... üşümem...

- Yarın mı gidelim diyordun?

- Sen bilirsin bey.

- Eşyaları bir taksiye atarsak, son otobüse yetişiriz.

- Olur... Köyde zaten iyi kötü eşya var, ben hemen hazırlanırım.

- Hazırlan. Şu kağıdı tapuyla beraber masaya koyuver, oğlan gelince aramasın.

İhtiyar adam, içinden düşünüyordu,

"- Dünya fani, Allah Yar"

ihtiyar kadın, birileri gelmeden gitmek ister gibi telaşla hazırlanıyordu.Giysileri bir çantaya tıkıştırdı.

Fotoğrafları duvardan toplarken oğlununkine bir an baktı, aldı , bir an

düşünüp çantaya koymaktan vazgeçti. Masadaki kağıtların üstüne ters olarak bıraktı.

 En son duvardaki bir küçük patiği aldı, öptü. Bu büyük torununa ördüğü ama küçük gelmeye

başlayınca hatıra olarak sakladığı mavi patikti.

Çantaya, fotoğrafların üstüne yerleştirirken, mavi patiğin üstüne düşen göz yaşlarını yavaşça sildi...

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Derince’de deniz manzaralı sinema şöleni


Derince Belediyesi Gösteri Merkezi’nde gerçekleşen açık havada sinema keyfi, konserler, tiyatro gösterileri ve yöresel derneklerin programlarıyla yaz gecelerine damgasını vuran sinema etkinlikleri bu yıla noktasını koydu.
Derince Belediyesi’nin geçmişe duyulan özlemi yaşatmak için 2009 yılından beri düzenlediği açık havada sinema keyfinde son olarak ‘New York’ta Beş Minare’ filmi gösterildi. 
Derincelilerin eşsiz Körfez manzarası eşliğinde sinema izlemenin tadını çıkarttığı yaz akşamları böylelikle New York’ta Beş Minare filmi ile sezonu noktaladı.
Özellikle açık havada, deniz manzaralı sinema seyretmek ayrı bir keyif veriyor.Tüm il ve İlçelerimizin böyle güzelliklere kavuşmasını dilerim.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

YORUM SİZİN..!



İngiltere Terörle Mücadele Yasasıdan bazıları;
-İngiltere'de,terör örgütünün toplantısına destek verenler,katılanlar ve yardım edenler 10 yıl hapisle cezalandırılır.
-Halkın toplu bulunduğu yerlerde terör örgütlerini destekleyen elbiseler giymek,müzik çalmak ve pankart taşımak suç.

İngiltere'de terör örgütüne yardım etmenin cezası 14 yıl hapis.
-İngiliz Terörle Mücadele Kanunu'nda şöyle bir madde var: "Teröristler hakkında bilgilere sahip olduğu halde yakalanması için bunları Polise vermeyen kişiler,5 yıl hapisle cezalandırılır."

-Orada birkaç bomba patlar,hemen yeni tedbirler alınıp,yasalar sertleştirilir.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Günümüz Gençliği


Son zamanlarda bir lise mezuniyet balosunda bulundunuz mu hiç? Gitseniz, gördüğünüz ağır makyajlı, cesur dekolteli, yüksek topuklu, cep telefonlu kızların 16 - 17 yaşında olduğuna inanabilir miydiniz acaba?

Levent'te bir estetik kliniğinde görevli bir uzmanla görüştüm. Dinlediklerime inanamadım 14 - 15 yaşında kızlar, ana babalarından habersiz gelip kaşlarını kaldırmak, fazla yağlarını aldırmak, selülit tedavisi yaptırmak istiyor"muş.

Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie'nin fotoğrafıyla gelmiş ve "Bununki gibi dudak istiyorum" demiş 18'lik bir kiz da göğüslerini büyütmesi için yalvarmış. "En büyük istekleri" neymiş biliyor musunuz? Zara'nın ya da Diesel'in 34 bedenine sığmak...

Bunun için yarışıyorlarmış: "Çünkü televizyon da gördükleri mankenler 34 beden giyiyor. Onu giyebilmek için 44 kilo kalmaları lazım. Bunun için resmen aç geziyorlar. Gün boyu yedikleri, bir kase yoğurt, iki tas salata, sigara, kahve ve kola... 500 kaloriyle yaşamaya çalışıyorlar. O yüzden vücutlarında demir, sodyum eksikliği var. Yanlış beslendikleri için vücutları hızla deforme oluyor, müdahale için de bize geliyorlar.

" Uzman, bunun son 3 yılda gözlenen bir "patlama" olduğunu söylüyor: "Ben de anneyim, 18'lik 'lipolu' (yağ aldırmış) kızları görünce dehşete kapılıyorum. Biriktirdiği 300 - 500 milyonla gelip 'Dudağımızı şişir' diyenleri 'Bırakın dudağınızı da gidin kafanızı şişirin' diye geri yolluyorum."

Genelde üst gelir grubundan hastaları bulunan bir jinekoloğun gözlemleri daha da çarpıcı: Genç nüfusta müthiş bir uyanma var" diyor. 17 - 18 yaşlarında lise öğrencilerinin kürtaj için başvurduğunu söylüyor ve bazı gözlemlerini aktarıyor: Batı'da ergenlik yaşı 16 - 17'den 11 - 12'ye geriledi. Amerika'da 10 yaşa kadar düştü. Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık...

Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir ama en önemli nedenlerinden biri "psiko - seksüel uyarımın artması"... Yani, okulda, çevrede ve özellikle de medyada cinsel teşhirin yaygınlaşması...

Baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filmler, cinsellik yüklü diziler, çıplaklığa çağıran reklamlar, beyinde ergenliği erken uyandırıyor, cinselliğin keşfini hızlandırıyor. Özellikle varlıklı kesimden gençler, lise çağında, özentiyle büyük ve seksi görünme derdine düşüyor. Karşı cinsi de sadece bir seks nesnesi olarak görüyor.

Anneleri mi? Onlar da kızlarının ponponlu çorapları ve lastik ayakkabılarıyla genç görünme çabasında...Küçükler büyük, büyükler küçük görünmek için yarışıyor adeta...

Kimseyi suçlamayalım; bu tablo bizim eserimiz: İyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkeden ne bekliyordunuz ki?

Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir toplumda nasıl çocuklara "Göğsünü değil, kütüphaneni büyüt" öğüdü verebiliriz ki?

Yasak çare değil... Beyin faaliyetine itibar kazandırmaya ve öncelikler konusunda topyekün bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.

CAN DÜNDAR

23 Ocak 2011 Pazar

Bala Antibiyotik Özellik Kazandıran Sır


Baldaki Defensin-1 ilaca dirençli antibakteriyellere karşı


FASEB* dergisinde yayımlanan yeni bir çalışmayla baldaki defensin-1 isimli bir proteinin antibakteriyel potansiyele sahip olduğu ve ilaca dirençli bakterilere karşı kullanılabileceği gösterildi. Araştırmada yer alan Amsterdam’daki Akademik Tıp Merkezi’nin Tıbbi Mikrobiyoloji Bölümü’nden araştırmacı Sebastian A.J. Zaat, balın antibakteriyel aktivitesinin moleküler temelini tamamen açıkladıklarını söyledi.

Keşfi yapmak için Zaat ve ekip arkadaşları test tüpündeki balın, hastalığa neden olan antibiyotiğe dirençli bakterilere karşı antibakteriyel aktivitesini araştırdılar. Araştırmacılar balda bilinen antibakteriyel faktörleri seçici olarak etkisiz hale getiren bir yöntem geliştirdiler ve her bir faktörün antibakteriyel etkisini belirlediler. Sonunda bal arılarının bağışıklık sisteminin bir parçası olan ve arılar tarafından da bala eklenen defensin-1 proteinini izole ettiler.

Balın çeşitli rahatsızlıklara nasıl iyi geldiği tam olarak açıklanamıyordu

İncelemelerden sonra bilim insanları balın antibakteriyel özelliklerinin büyük çoğunluğunun bu proteinden geldiği sonucuna vardılar. Balın yüz yıldır çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğinin farkında olunduğunu ancak nasıl işe yaradığının bilinmediğini belirten FASEB dergisinin baş editörü Gerald Weissmann, baldan izole ettikleri bu bileşiğin yanık ve deri enfeksiyonlarının tedavisinde, antibiyotiğe dirençli enfeksiyonlarla mücadele edebilecek yeni ilaçların geliştirilmesinde kullanılabileceğini ve böylece bakteri enfeksiyonlarından kaynaklanan sıkıntıların sonlanabileceğini söyledi.

Kaynak : Bilim ve Teknik -TÜBİTAK / Ağustos 2010 "Haberler"dan alınmıştır.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Anadoluda Çita


Anadolu’nun doğa tarihi sayfalarını çevirmeye büyük kedilerle başladık ve devam ediyoruz. Sıra çitalarda. Çitalar karadaki en hızlı memeli türü olarak bilinir. Hızları 103 km/saat kadar olabilir. Bu da saniyede 29 metre yol alabildikleri anlamına gelir. Çok hızlı koşabilen avlarını, özellikle ceylanları ancak bu hızla yakalayabilirler. Fakat bu hızı 250-300 metreden fazla koruyamazlar.
Şeyh İngiliz araştırmacıya canlı çita hediye etmiş.

                                                         
Çitalar, 19. yüzyılın sonuna kadar Anadolu’da (Güneydoğu Anadolu) yaşadılar. Anadolu ve Ortadoğu’da zoolojik araştırmalar yapan İngiliz araştırmacı Charles Danford (1879), Birecik’in güneyinde bir şeyhin kendisine canlı çita hediye ettiğini belirtir. Çitaların soyu Anadolu’da tükenmesine karşın günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde yaşamlarını devam ettiriyorlar. Genel olarak Afrika’nın çeşitli bölgelerinde (Nijer, Kenya, Namibya, vb) ve İran’da bulunuyorlar.

Çitaların 5 alt türü var

Bunlardan ülkemize en yakın olanı Asya çitası olarak bilinen Acinonyx jubatus venaticus alt tür. Sadece İran’ın Horasan bölgesinde yaşayan Asya çitasının 60-100 birey kadar kaldığı ve soylarının ciddi olarak tehlikede olduğu biliniyor.

Dünyadaki çita popülasyonununsa 7000’den fazla olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam 1970’lerde 15.000 idi. Son 40 yıl içinde yarı yarıya azalması, çok hızlı bir yok oluş süreci içinde olduklarının da göstergesi.

Minyatürlerde tutsak çitalar var

Asya’da yok olmasının en büyük nedeni olarak, eskiden aristokratların avlanırken çitaları yardımcı olarak kullanması (çitaların bu amaçla eğitilmesi) gösteriliyor. Herhangi bir bilimsel kayıt olmamasına karşın Anadolu’da yok olması da aynı nedenden kaynaklanıyor olabilir. Çünkü 15., 16. ve 17 yüzyıllara ait, padişahların av sahnelerini göteren minyatürlerde tutsak çitalar var. Bunlara ek olarak doğrudan besinleri olan hayvanların, örneğin ceylanların ve karacaların da sayısının azalması yok olmalarının diğer nedenleri arasında.

Kaynaklar:
Demirsoy, A., Türkiye Omurgalıları, Memeliler, Çevre Bakanlığı, 1996.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Hazar Kaplanı

Tarih boyunca gergedan, fil, goril ve benzeri birçok canlının yaşayışına tanıklık etmiş olan Anadolu, bugün soyu tükenmiş hayvan ve bitkilerin yaşamına ve yok oluşlarına da tanıklık etmiştir. Hazar kaplanı, aslan, çita, pars, yakalı toy, yabani sığır bunlardan bazıları.

Son Görüldüğü Tarih 1970…



Fiziksel özellikleri



Hazar kaplanlarının, sırt kısımları kırmızımsı portakal rengiyle kırmızımsı kahverengi arasında değişen renklerde, karın kısmıysa krem ya da beyaz renkteydi. Baş, gövde, kuyruk, kol ve bacaklarda siyah, gri, kahverengi şeritler bulunurdu. Boy ve ağırlıkları erkek bireylerde 270-295 cm ve 170-240 kg, dişilerdeyse 240-260 cm ve 85-135 kg kadardı.


Beslenme ve yaşam biçimi


Hazar kaplanı da diğer kedigiller gibi etçildi. Büyük memeliler, örneğin geyik, karaca, domuz başlıca avları arasındaydı. Bunun yanında avlayabildiği küçük memelileri ve kuşları da yerdi. Hazar kaplanları tek olarak yaşardı. Yaşam süreleri 10-15 yıl kadardı. Yalnızca çiftleşme zamanında bir araya gelirlerdi Hazar kaplanları, sık çalılık yerlerde, orman açıklıklarında, nehir kenarlarında yaşarlar ve suya girip yüzebilirlerdi.


Türkiye’de yaşadığı yerler


Hazar kaplanının ülkemizde Siirt, Hakkari, Uludere (Şırnak), Çukurca (Hakkari) çevrelerinde, Irak sınırındaki dağlarda ve vadilerde yakın zamanlara kadar bulunduğu biliniyor.


En son görüldüğü yer


En son birey Şubat 1970’te Şırnak’ın Uludere ilçesinde vurulmuştur. 122 cm gövde uzunluğundaki erkek hazar kaplanının postu üç yıl sonra 1973’te Güneydoğu Anadolu’da bitki araştırmaları yapan İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Prof. Dr. Turhan Baytop tarafından İstanbul’a getirilmiştir. Prof. Dr. Turhan Baytop hazar kaplanı ile ilgili bir derleme yapmış ve daha önceki yıllarda da Uludere ve Şırnak bölgelerinde sekiz adet kaplanın vurulduğunu köylülerden duyduğunu belirtmiştir.


İster inanın ister inanmayın ama 40 yıl önce vardı


Bu tarihten sonra kaplan görülmemiştir. Çok değil 40 yıl öncesine kadar Anadolu coğrafyasında kaplanlar yaşıyordu. Bugün buna kimseyi kolay kolay inandıramazsınız. Bu durum soylarının sessiz sedasız tükendiğinin de göstergesidir. Elbette geçmişten çok geleceği düşünmeliyiz. Ancak bu canlıları hatırlayarak en azından günümüzün yabani türlerini korumak, sağlıklı bir ekosistemin devamı için gerekli olduğu kadar insani bir sorumluluktur.